Düzensizlik
Her sabah işe gitmek için kırsaldan şehre doğru uzun bir yolculuk yapıyorum. Modern toplumun getirdiklerine rağmen bizden götürdükleri olduğu kanaatindeyim. Bu yolculuk bizden koparılıp götürülenleri düşünmem için bana epey zaman tanıyor. Her gün tekerlekleri olan kutulara doluşan insanlar işlerine gitmek için aynı süreci tekrarlıyor. Aramızda kaç kişi bunu neden yaptığını sorguluyor olabilir. Para, mal, mülk veya şöhret… Daha iyi bir refah seviyesine ulaşmak için her gün ofislerde çalışan yüzlerce insan klavyesinin tuşlarına basıyor, raporlar dolduruyor, faturalar kesiyor. Çok merak ediyorum bu kadar insan böyle çarpık bir düzende nasıl mutlu olabiliyor. İnsanların bu durumdan memnun olmaları için ya düşünmüyor olmaları ya da düzenin hızına ayak uydurmaktan kendilerine zaman ayıramıyor olmaları gerekir.
Rezilliğin diz boyu olduğu şu çağda aile kavramı iyice ayaklar altına düşmüş, kadın cinayetleri, yasak aşklar dizilerinde etkisiyle iyice toplumumuza empoze edilmiştir. Erkeklerimizi çok para kazanmak için okutup kızlarımızı evlenmeleri için büyütüyoruz. Eskiden sanatın sanat için mi, toplum için mi yapıldığı tartışılırdı? Sanat günümüzde her ikisi içinde yapılmaz, para için yapılır. Çıkan birçok parça aşk, sevgi, aile yapılarını dondurma reklamı tadında bize servis ediyor. Gözümüze indirilen toz pembe perdeler bizi gerçeklikten soyutluyor.
İkinci, üçüncü sınıf çocukları televizyonunda etkisiyle âşık olduğunu zannediyorlar. Toplumumuzdan yavaş yavaş saf ve gerçek duygular yerini yapay olanlarına bırakıyor. Çocukların maruz kaldıkları sanal alem artık onlar için yeni bir gerçeklik sunuyor. Güzel memleketimde dizi kahramanları için cenazeler düzenleniyor, Çukur adında ay yıldızla donatılmış kıraathaneler açılıyor. Farkında değiliz ki tırnaklarımız ile kazıyarak kurduğumuz cumhuriyeti kendi ellerimizle kör bir kuyuya ittiriyoruz.
Televizyonlardaki reklamlar gün geçtikçe şiddetini arttırarak toplumun yüreğine derin yaralar açmaya devam ediyor. Bunun sonucunda satışlar artıp birileri terfi ederken birileri de kışın soğuğunda nasıl ısınacağını, faturalarını nasıl ödeyeceğini düşünüyor. Firmalar yaptıkları “sosyal sorumluluk projeleri” ile kendilerine taraftar toplayarak kazançlarını katlıyor. Oysa ki onların umurlarında olan insanların ne şartlar altında yaşadıkları değil ne tükettikleridir.
Komşuluk apartmanların gölgesi altında kalmış, antik çağdan bir efsane artık. Sözde hedeflerimize o kadar kilitlenmişiz ki dünyaya koşuma sürülmüş bir at gibi bakıyoruz. Arkamızda ise sırtımızda kamçılar şaklatan düzen. Bu hedefler modern toplumun devamı için gerekli olsalar da insanı insan yapan değerleri sağlamakta yetersiz kalıyorlar.
Sabahları metroya binmek için sıraya girdiğimde aklıma makineleşmiş insanlar olduğumuz fikri geliyor. Kendi özgürlüğümüzü ellerimizle teslim ediyor, karşılığında ise bizi biz yapan değerlerimizden vazgeçiyoruz. Mevcut düzene boyun eğmekle kalmıyor, onun beslenmesi için kendimize gerçek dışı hedefler koyuyoruz.
Dostlarımla çıktığım bir doğa yürüyüşü sırasında insanlığın teknolojik olarak nasıl bu kadar geliştiğini kendime sormuştum. Şimdi düşünüyorum da sormam gereken soru bu değilmiş, sormam gereken toplumun nasıl bu kadar yozlaştığıymış. Ormandaki ağaçların yerinde artık fabrika bacaları yükseliyor, kendilerini para karşılığında esirleştiren insanlar odun olarak bu fabrikalarda hizmet etmeye devam ediyor. Hayatta kalmamız için bize bahşedilmiş olan çalışma azmimiz, artık amacından sapmış bir şekilde düzene ayak uydurmamızı istiyor.
Ben ise karmaşanın hâkim olduğu zihnimde kendime şu soruyu soruyorum; düzenin içinde mi, yoksa dışında mı yer almalıyım?
Comments